Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

23 Temmuz 2014 Çarşamba

ÇİRKİN KRAL YILMAZ GÜNEY



80Lİ YILLARDA TÜRK SİNEMASI
Zeynep Gizem Emir


12 Eylül 1980 darbesinin çalkıntılıarındaki Türkiye sinema sahnesine dönemin ekonomik, sosyal yapısını başarıyla aktarmış bir dönemdir 1980. Yılmaz Güneyle bildiğimiz bu dönem hakkında söylenecek her şeyin Yılmaz Güneyle ilgili olduğu gerçeğini yadsıyamayız. Yılmaz Güney'i ekranda gördüğümüz ilk film 1959'da sahneye sunulan ve yönetmenliğini Atıf Yılmaz'ın yaptığı "Bu Vatanın Çocukları(1958)". Bu filmden sonra milliyetçi genç karakterini canlandıran usta oyuncu Güney tutuklanıyor. Yönetmen olarak ilk filmi ise "At,Avrat,Silah". En başarılı sayılan filmi Seyyit Han(1968). 1963 yılında Güney "Cesurdu" filmiyle ekranlara tekrar dönüyor. Bu tarihten 1968 yılına kadar "Çirkin Kral" efsanesine uygun senaryolar ürettiğini görüyoruz. Yılmaz Güney'in senaristliği hakkında küçük bir not verelim. Kendisi oturup adam akıllı senaryo yazan bir senarist değil doğrusu; ama başına öyle bir olay geliyor ki sanırsınız saatlerini kağıt kalemle harcıyor da senaryo yazıyor. Diyeceğimiz o ki Ağıt isimli filmiyle Yılmaz Güney en iyi senaryo ödülü alıyor; ancak senaryosuz doğaçlama bir film aslında. Bu da Güney'in ne kadar usta bir senarist olduğunu gözler önüne seriyordur herhalde. 

Yılmaz Güney filmografisinden sizler için seçtiğim Umut filmine kısa bir göz atalım. Film İtalyan yeni gerçekçiliğinden etkilenmiş. Gerçeğin, sefaletin yansıması bir sokak var. Bir de umudunu yitirmek istemeyen bir baba. Melodramların da melodramı bu film. Ağlatır, kahreder seyirciyi. Yoksulların merkezden itildiğini gösteriyor. Filmi biçimsel olarak incelediğimizde zoomların üst açılı, genel çekimlerin de fazla olduğunu görebiliyoruz. Kadın temsili açısından gerçekçi anne profili çizen Gülşen Alnıaçık'ı seyrediyoruz. Şimdiki faytonların sürücüsü rolünde Güney. Atının öldüğü daha doğrusu bir zengin tarafından öldürüldüğü sahne bize fakirin nasıl da ezildiğini, hor görüldüğünü ifşa ediyor. Karakolda polisin Cabbar'a olan tepkisi dikkatimizi çekiyor. Fakire söz hakkı yok. Fakir insanla eşdeğer bir canlı değil sanki. Cabbar'ın yamalı kıyafetleri de sefaletin en açık işareti. Uçan kuşa borcu olan bu adamın faytonuna kimse binmez; çünkü faytonu eskidir. Atı öldükten sonra Cabbar'dan alacaklılar da elini çabuk tutar ve at yoksa parası da olmaz eşyalarını alalım derler. Filmde yönetmen insanlardaki açlığı, zaten düşmüş olan birine karşı acıma duygusu gerekirken insanların hırsla bir şeyler sömürmeyi beklediğini göstermiş. Hatta bir kısımda "madem parası yok eşyası yok biz de kızını alırız" şeklinde bir replik geçiyor. Para için onurunu, haysiyetini kaybeden insanlığı gözler önüne sermiş yönetmenimiz. Bu sırada ailenin geçimini sağlamak için şans oyununa başvuran Cabbar burada ümidi kaybedip define işine girer. Arkadaşı Hasan(Tuncel Kurtiz) okuyup üflemeyle hazine mi bulunur gibi telkinler vermesine rağmen kahramanımız dinlemez. Bir süre hazine arama çalışmaları devam eder; ancak hazine de bir yalandır. Filmin sonu da çarpıcı. Cabbar kendi etrafında dönüyor. Akli dengesini mi kaybediyor yoksa bunun mistik bir manası mı var tam bilemiyorum. Sanırım bu biraz da kişisel bir analiz. Son olarak Güney'in Umut filmiyle ilgili olarak yorumlarını da yazarak yazıma son veriyorum.

Yılmaz Güney Umut hakkında şöyle der: ‘’Benim amacım şuydu: Gelişen şartların yok etmek zorunda olduğu bir adamı ele almak istedim. (…) arabacı yok olacaktır. Küçük üretim yok olacaktır. Bir şeyler yok oluyor. Yok olurken bir takım insanlar da proleterleşiyor. Proleterleşmek zorunda. Bu sadece arabacı değildir. Küçük bakkaldır, terzidir, tamircidir, küçük toprak sahibidir. Umut’un umutsuzluğuna gelince, aslında umutla umutsuzluk iç içe yaşar. Umut, umutsuzluğun ürünüdür. Umutsuzluk da umudun bir sonucudur. Umut’un öyle bitmesi bir zorunluluktu o gün için.’’ 


Yılmaz Güney'in oynadığı filmlerden sahneleri izlemek için linke tıklayınız.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder