FLELİ İÇİN "BA" ACIDIR, IZDIRAPTIR. HELE Kİ GRAMMARDAN ALINMIŞSA !
Eğlence ve bilgi paylaşım platformudur. / It is an entertainment and information sharing platform. Stay tuned and let ur voice be heard !
Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı
16 Haziran 2014 Pazartesi
Film Eleştirisi
SONG FOR A RAGGY BOY

O meşhur ağlatan filmlerden biri
Film İspanya İç Savaşı dönemindeki İrlanda’da
yaşları kesin bilgiye dayalı olmamakla beraber 8 ile 14 arasında değişen erkek
çocuklarının Katolik bir okulda yaşadıklarını, acılarını ve gördükleri şiddeti
konu almaktadır. Filmde geçen olaylar 1939 yılında yaşanan gerçek bir yaşam
öyküsünden alıntılanmıştır. Yönetmen Aisling Walsh’un ismini bu gerçek dramı
yansıttığı filmiyle daha çok duyuyoruz.
Daha çok dizi yönetmenliğiyle tanıdığımız
İrlandalı başarılı yönetmen Aisling Walsh, Joyriders (1988), Forgive and Forget
(2000), Little Bird (2000) filmlerinin ardından Sinner (2002) ile sinema
alanında sesini duyurmaya başlıyor. 14 ödül, 6 adaylık kazandığı Song For A
Raggy Boy ile sanat camiasında kendine sağlam bir yer edindiği söylenebilir.
Song For A Raggy Boy’un yönetmeni olan Walsh ustaca yönettiği dram filmleriyle
bu filmde de adını film sektörüne altın harflerle kazımayı başardı. Olaylar
biri 13.5 yaşında (Patrick Delaney), diğerinin yaşı için belli bir rakam
belirtilmeyen iki çocuk çevresinde gelişiyor. Ailesi tarafından İrlanda’daki
Katolik baskıcı bir okula bırakılan Delaney’in ve burada tanıştığı sınıf
arkadaşı Liam Mercier’ın çektiği acılar tüm çıplaklığıyla gözler önüne
serilmekte.
Seyirci Raggy Boy’u
çok sevdi. Franklin ile gurur duyuyoruz.
Film genel açıdan eğitimde baskıya karşı
çıkan bir düşüncenin yansıması. Bunu da Franklin isimli idealist öğretmeni
kullanarak gerçekleştiriyor. Filmde sürekli karşılaştığımız şiddet içerikli
sahnelerde makyajın gerçekçi ve çarpıcı şekilde yapılması da dikkatlerden
kaçmayan noktalardan biri. Çocuklara uygulanan şiddet seyircinin içini
sızlatıyor ve onu çocukların yanına çekiyor. Özellikle iki kardeşin Brother
John tarafından okul bahçesinde kırbaçlanması anında çocukların vücutlarındaki
kanı göstermek için yapılan makyaj inanılmaz derecede gerçekçi.

Kimi
seyirci sona şaşırmadı
Filmi özgünlük açısından ele alacak
olursak tamamen eşsiz bir yapım olduğunu söyleyemeyiz. Film Esaret’in Bedeli
filmindeki senaryonun başrolünde çocukların oynadığı bir filme dönüştürülerek
yeni bir film oluşturulması için tasarlanmış olabilir. Film konu bakımından ne
kadar özgün olarak düşünülmese de filmin içindeki küçük ipuçları seyirciyi filmin
özgün olduğunu düşünmeye itebilir. Mesela izlediğiniz çoğu filmde öğrenci
vurdumduymaz, duygusuz tiplemeleri canlandıran karakterlerle yansıtılıyorken,
Song For A Raggy Boy filminde ezilmiş ve kimsesizliğinden yararlanılmış öğrenci
tipi ile karşı karşıyayız. Filmde bir sahnede çocuklarını ıslah evine bırakan
babaya karşı olan tutumu değerlendirelim biraz da. Sahnede Brother Mac’i
görmekteyiz. Çocuklara babaları yanlarındayken iyi davranılıyor. Genel açıdan
çocuklara eziyet edilen bu okulda babalarının yanındayken onlara iyi
davranılması bu davranışı gerçekleştiren karakterlerin ikiyüzlülüğünü
gösteriyor. Bu özellik de filmdeki karakterlerin kişilik analizini yapmamıza
büyük ölçüde yardımcı olmakta.
Filmde çeşitli siyasi mesajları da
görmekteyiz. Brother John’un komünistler hakkındaki olumsuz söylemleri dönemin
İrlanda’sındaki dini kişiliklerin genel görüşünü de yansıtıyor olabilir.
Filmin yapım aşaması hakkında
söylenecekleri derlersek bu derleme ilk olarak film yapımcısının çocuklara rol
vermeyi tercih ederek büyük bir risk aldığını düşünmekteyim ; çünkü filmde yaşı
küçük olan bir bireyi oynatmak veya bir çocuktan kusursuz bir şekilde rol
yapmasını beklemek bir yetişkene olan beklentiden çok daha azdır. Neyseki çocuk
oyuncularımız yapımcımızı hayal kırıklığına uğratmıyor. Fakat Mercier kendisine
dayak atılması sahnesinde ses çıkarmıyor. Oysa 13 yaşlarındaki bir çocuğun
dövüldüğünde inlemesi beklenir. Bu kısmın inandırıcılıktan uzak olduğunu
söyleyebiliriz.
Son olarak film kendi içinde çeşitli izler
barındırmakta. Liam Mercier’ın görüşme odasında öldürüldüğü sırada halıya
yayılan kanı aynı odada Mercier’ın cenaze töreni düzenlenirken de karaltı
şeklinde görülüyor. Film bunu açık olarak göstermeyerek iyi gözlem yapabilen
izleyici grubu ile diğer izleyici grubunu ayırıyor.
Yazan: Zeynep Gizem Emir
Savaşın Çocukları
MAGHREB’DE BİR ÖMÜR
O sabah
içimde kötü bir his vardı. Bu şehir gecenin sessizliğinin yerini gündüzün
gürültüsüne bırakmasına alışmıştı. Sessizliğin bir parçası da bendim. Şehirde
bulunduğum 1 ay boyunca susmuştum. Geoffrey bana gitmememi söylediğinde,
saniyenin binde birinde kızı fotoğraflarken, onla göz göze geldiğimiz anda
susmuş, olan bitene göz yummuştum. Keşke Geoffrey’e karşı susmasaydım; çünkü o
vakit konuşsam kız için susmak zorunda olmam gereken o dakikaları
yaşamayacaktım.
Yer Irak…
Tarih sıradan bir haziran, güneş tepede. Her gün olduğu gibi bugün de Katherine
ve ben Bağdat’ın yaklaşık 10 km ilerisindeki çevreye göre daha az hırpalanmış
otel binasından çıkıyoruz. Saat 11.00’e yakın. Sıradan bir gün yaşıyoruz.
Burada sabahları iki el ateş ile uyanıp akşam kadın ve çocukların çığlıklarına
karışmış ağlamaları duymak mümkün. Bu sabah böyle uyanmadık veya her yeni günün
bu şekilde başlamasına alışmış olduğumuzdan olacak ki bu seslerden etkilenmedik.
Bu şehre geldiğimiz ilk hafta sıçrayarak uyanır, kapı pencereye en uzak
mesafedeki yere çömelip sesin kesilmesini beklerdik. İşte Maghreb böyle bir
şehir. Irak’a yakınlığı yüzünden civar sakinlerinin ödünü koparan bir kent.
Çoğu yerli de uzak diyarlara gitmiş. Evleri harabe. Kim bilir hangi kadının
doğum çığlıklarına, kaç çocuğun ağlayışına tanık olmuşlar. O evlerin her biri artık ölüm yuvası… Kol saatim
tozlanmıştı. Yine de saatin kaç olduğunu görebiliyordum. Saat 14.00’ye doğru
gelirken büyük bir gürültü koptu. Alışık olduğumuz manzarayla karşı karşıyaydık
ve bu kez de mükemmel bir fotoğraf çekemezsek bu şehirden ayrılamayacaktık.
Katherine en mükemmel fotoğrafı çekebilmek için günlerdir çabalıyordu. Birden
havayı kaplayan toz bulutu içinde arkasına saklandığımız kum tepeciğinin üzerinden
atlayıp koştuğunu gördüm. O sırada ona gitmemesi için bağırdığımı duymuştu. Bana
cevap verdi; ancak ne dediğini duyamıyordum.
Ona hemen
geleceğimi söyledim. Bu defa gerçek bir fotoğraf çekecektim. Küçük bir kızın
korkuyla koşmasını fotoğraflamak gayet iyi bir fikirdi. Kız hızla koşarken
objektifime ölüm evlerinden birinin kirli gri duvarına yaslanmış silahlı bir
adam takıldı. Gerçekten heyecanlanmıştım, çünkü bunun fotoğrafımın kalitesini
arttıracağını biliyordum. Minik kız bir o yana bir bu yana bakarak koşarken
silahlı adama çarptı. Şimdi saniyenin binde birinde bile fotoğraf çekiyordum.
Bunlardan en güzelini alıp yarışmaya gönderince artık ben de herkes tarafından
tanınan ünlü bir fotoğrafçı olacaktım. Adam kızın elindeki torbayı çekiştiriyor,
kıza bilmediğim bir şeyler söylüyordu. Kızın bana bakışından adamın ona ne
söylediğini anlamadığını fark etmiştim. Korkuyordum; kızı öldürebilirdi. Bir
kahramanlık yapıp ortaya atlamak istediysem de başaramadım. Kız elindeki
torbayı adama vermemeye kararlıydı. Adam da bir hayli ısrar etti. Torba düştü.
Oyun bitti…Adamın silahından çıkan ses beni sağır edecek gibiydi.
Aynaya
bilinçsizce baktım. Hiç tereddüt etmeden makyajımı açık renk yaptım. Ağlamaktan
küçülmüş gözlerimi ancak açık ton bir far kapatırdı. Otelden çıktım. Geoffrey
beni arabasıyla kapıdan alacaktı. Biraz bekledim. Ardından törenin yapılacağı
binaya gittik. Geoffrey’i beklerken, arabada, tören salonuna girmeden önce,
girdikten sonra, salonda otururken hep o film döndü kafamda.
Zihnimde
bir film gibi canlanan bu sahneyi alkış sesleri böldü. Geoffrey beni kutluyor.
Tanrım bu şeye ne kadar dayanabilirim. Halının kırmızısı, bu gürültü,
hareketlilik aklıma bir tek şey getiriyor. Çaresiz bir kızın benden yardım
dilenmesi. Çaresizliğim. Elimden bir şey gelmezdi. Yarışmayı kazandığım
fotoğraf ekrana dev ekrana yansıtıldı. Bu benim hem başarım hem de hayata karşı
edindiğim yenilgimdi. Nasıl bu kadar ruhsuz olabilmiştim. Silahın namlusu o
küçüğün derisine deyerken nasıl? Salonu terk ettim. Geoffrey’nin buna çok
şaşırdığını biliyorum. Bu ödülü almak hayatta en çok istediğim şeydi belki de.
Bunun için günlerce Maghreb’de fotoğraf çekmiştim. Şimdi ise yapmak istediğim
tek şey sonsuza dek ağlamaktı. Yüzüme kapadığım ellerimi suratıma çarpmak istiyordum.
Kulaklarımı tıkasam bile neye yarardı. Ben orada sustum. Suskunluğum bir çocuğu
öldürmüştü. Yine de ne yapabilirdim. Sanırım hayatım boyunca sürekli bu ikilem
içinde yaşayacağım. Keşke Geoffrey’i dinleseydim; çünkü dinlesem bütün bu
dakikaları yaşamayacaktım. Kendimi affedemeyeceğim.
Aylar
sonra bir öğle vakti posta kutumu karıştırırken küçük bir zarf buldum. Sarı,
buruşuk bir şeydi. Zarfın üzerine yazılmış gönderen adresi zarf fazla
hırpalanmış olacak ki okunmuyordu. Neyse onunla birlikte birkaç zarfı da alıp eve
doğru yürüdüm. Bu kirli mektubun kimden gönderildiğine dair en ufak bir fikrim
yoktu. Gerçekten kirli bir mektuptu…
Katherine’in yüzü bembeyaz olmuştu. Salonun ortasına yığılacak gibiydi.
Hızla merdivenden indim. Beline sarılıp kanepeye oturmasına yardım ettim. Zarfı
sehpaya bırakıp mektubu bana doğru uzattı. Okudum. Mektubu yazan kişi
Maghreb’den biri olmalıydı. Kızın ölmeden önce çekindiği fotoğrafları zarfın
içine koymuş sitemkar bir yazı yazmayı da ihmal etmemişti. Mektup “Kızımızın
kim tarafından öldürüldüğünü bilmek istiyoruz” ile bitirilmişti. Bu kişi her
kimse İngilizce’yi çok iyi kullanmış. Amacı ise apaçık belliydi.
− Şimdi ne yapmayı düşünüyorsun?
− Off ! Bilmiyorum Geoffrey. Ne yapacağımı
bilmiyorum. Eğer adamı onlara tarif edersem ki zarfın üzerinde hiçbir iz yok
nasıl haberleşeceğiz yani? Neyse eğer ki adamı tarif edersem öldürürler.
− Evet.
− Onlara kızın resmini sonradan çektiğimi söylesem…
− Olabilir. Evet.
− Sen beni dinliyor musun?
− Kız çok şirinmiş. Baksana şu resmine.
− Bir dakika resmi alabilir miyim?
− Tabi.
Bu arkadaki yer nereye benziyordu? Burada daha önce
bulunmuş gibiydim; ama tam olarak hatırlayamadım. Çok sıkıldım bir sigara
molası. Balkona çıktım ve Marlboro’mdan bir nefes çekerken aklıma Maghreb’e
gittiğim gün Amerikan askeri birliğini ziyaretim geldi. Burada iki iki katlı
taş rengi binanın ortasında büyük bir Amarelo ağacı bulunuyordu. Şimdi daha iyi
hatırlıyorum. Bu ağacın burada olmasına çok şaşırmıştım. Normalde tropikal
ortamda yetişen bir ağaç türüdür Amarelo. Maghreb’de neredeyse imkansız. Aniden
yerimden fırladım. Merdivenden aşağı inip ve sehpanın üzerine bırakılmış
fotoğrafları elime alıp incelemeye başladım. İşte burada. Amarelo. Elimle
koymuş gibi buldum ağacı. Bunlar da iki iki katlı taş rengi bina. Adını
bilmediğim bu kızla olan bağlantımız neydi bilmiyordum; ama korkmaya
başlamıştım.
Uyuyakalmışım. Pencereden içeri dolan ışık yüzümü kavurmaya başlayınca
uyandım. Fotoğraflar hala elimdeydi. Geoffrey:
− Fotoğrafları çok sevmiş olmalısın.
− Hayır. Hayır, sana bir şey göstermeliyim. Resimde
kızın önünde durduğu ağacın nerede olduğunu biliyorum.
− Dendrolog musun sen? Ağacın nerede olduğunu
biliyorum da ne demek?
− Bu bir Amarelo ağacı. Maghreb’de olması gerçekten
şaşırtıcı olan bir ağaç türüdür; ama kaldığımız otelin ilerisindeki askeri
birlikte ve bu iki binayı da hatırlıyorum. Burada en fazla 20 dakikamı
geçirdim; ama şimdi çok net hatırlıyorum.
− Yani?
− Yani kızın..
− Askeri birlikle bağlantısı olabilir.
− Aynen öyle.
− İşte şimdi çok şaşırdım. Bunu nasıl araştırabiliriz
acaba?
− Birliğe gidelim.
− Maghreb’e tekrar gitmemiz gerektiğini mi
söylüyorsun?
− Evet.
− Kesinlikle hayır. Ben gelmiyorum Katherine. Sana da
gitmeni önermiyorum. Neden telefonu denemiyoruz?
− Önemli bir şey araştırdığımızın farkında olduğunu
sanıyordum. Ben gidiyorum. İstersen peşime takılırsın.
Benimle Maghreb’e gelmek istemedi. Demek ki onun için
çok da önemli değilim. Taksiye binip havaalanına kadar gideceğimi söyledim. 13
saat saat sonra Maghrebdeydim. Sabah 05.00’ti. İlk önce otele gittim. Yolculuk
beni yormuştu. Öğlene kadar uyuyup yemek yemek için aşağı indim. Sonra da
birliğe doğru yola çıktım. Birlik güvenlik önlemlerinin en sıkı alındığı yerdi.
İçeri girebilmek için tam iki saat bekledim. En sonunda nizamiyeye gelen üst
düzey görevli eşliğinde içeri alındım. Bana buraya neden geldiğim soruluyordu;
ancak gerçek nedenimi söylesem bana güleceklerdi, biliyordum. Yine de söyledim.
Kızın resmini gösterdim. Bu resimle bir ödül aldığımdan utana sıkıla bahsettim.
Sonra dedim ki:
− İşte görüyorsunuz. Burası resimdeki o yer.
Adam üzülmüştü. Ne olduğunu sordum. Bir şeyler
biliyordu. Mr. Colonel:
− Çocuk birliğimizden bir subayın kızıydı. Babası tam
2 yıldır ülkesine dönmemişti. Kadın da kızını alıp bir haftalığına şehrin
dışındaki otelde konaklamaya karar vermiş ama…
− Kızı fotoğrafladım; ancak ölümünü görmedim. Ben
gittiğimde yere saçılmış elma, erik gibi yiyecekler vardı ve bir de tek yöne
kıvrılmış bedeniyle bir çocuğun cansız bedeni…
− Annesinden habersiz çıkmış evden yiyecekleri
babasına götürüyormuş. Otelden almış hepsini. Zavallı çocuk !
Zavallı
çocuğun ölümünü izlediğimi söyleyemedim. Olayın arkasındaki sır perdesi böylece
aralanmıştı. Savaşın ne demek olduğunu bilmeyen bir kızın tam da savaşın
ortasında acı bir şekilde can vermesine tanık olmuştum. Belki de ölümüne tanık
olmadığım nice çocuk vardı. Maghreb’de ömrü çalınan bir kız çocuğu için artık
bir ömrüm Maghreb’de olacaktı. Aklım da fikrim de Maghreb’deydi…
Çağdaş Eğitim Üzerine
ÇAĞDAŞ EĞİTİMİN
İLKELERİ
Çağdaş eğitim içinde
öğretim bir araç durumundadır. Belirli öğreti, bilgi ve kuralların ezberletilme
yöntemiyle benimsetilmesi artık çağımızda yetersiz dahası gereksiz
sayılmaktadır. Özellikle okullardaki eğitim yönteminin, yetiştirilenlerin
yeteneklerinin geliştirilmesi, onlara yaratıcı güç kazandırılması doğrultusunda
yönlendirilmesi kaçınılmaz olmuştur.
Öyleyse
çağdaş eğitim, "yetiştirilen birey ve toplumun sadece belirli kültür ve
koşullara uymalarını sağlamak" diye değil; "daha üst düzeye
ulaşmaları amacıyla yeteneklerinin geliştirilmesi, yaratıcı güçlerinin ortaya
çıkarılması" diye tanımlanabilir.
Çağdaş
eğitim bireyin bilişsel, duyuşsal, bedensel açıdan bir bütün olarak ele alınıp
her alanda dengeli bir şekilde geliştirilmesine yardımcı olur. Buradan
anlaşılacağı üzere çağdaş eğitimde hedef bireyin sahip olduğu tüm yetenekleri
bilgisiyle harmanlayıp keşfetmesi ve bunun sonuncunda da eğilimi olan alanlarda
kendini geliştirmesidir. Çağdaş eğitimin bu hedefi sayesinde toplumlarda
kaliteli sanatçılar, tiyatrocular, yazarlar yetiştirilebilir. Fakat ne yazık ki
toplumumuzda çağdaş eğitim uygulamalarının yetersizliği nedeniyle gerçek
anlamda sanatçı olarak gösterebileceğimiz çok az sayıda insan bulunuyor. İçinde
şekillendiğimiz geleneksel eğitim bize sadece sayısal ve sözel olmak üzere iki
bilgi alanı olduğu dikta edip sanatı ve sporu hiçe sayıyor. Ben isterdim ki
kültür aslında geleneksel eğitimle okulda öğrenilen formüller kadar önemi olsun
ki zaten günlük hayatta hangimiz formül kullanırız? İnsanlar içinde
bulundukları kültürü öğrenmek yerine beyinlerini hiç kullanmayacakları
bilgilerle doldurmaktadır. Oysa sanatın hayatlarının her yerinde onlarla
birlikte olduğunun farkında değiller. İşte tam da bu nedenden ötürü sanat ve
sanatçıya gösterilen ilgi azdır. Bu da çağdaş eğitimin eksikliğinin bir
sonucudur; çünkü çağdaş eğitim kişiyi önyargılarından arındırır ve ona
farkındalık duygusu aşılar. Bu tarz eğitim
bireye görüş ve duyuş sağlayan düşünceyi şekillendirir. Eğitimin sadece sayısal ve sözel alanlarda gelişmek
olmadığını gösterir. Bu nedenle çağdaş eğitimin ne olduğunu doğru bir şekilde
özümseyememiş toplumlarda sanat adına yapılmış hiçbir şeye sanat gözüyle
bakılmaması gayet doğaldır.
Çağdaş
eğitimde öğrenme öğrenci merkezlidir. Bu da dayatmacı tarz eğitimin önündeki en
büyük engeldir. Öğrenci bilgiyi ezberlemeyi tercih etmez. Onu günlük hayatında
kullanacağı şekliyle almak ister. Örneğin geleneksel eğitimde Fizik dersinde
tahtaya dişli çarklar çizilir, belli bir formül yazılır. Ders bitiminde konunun
pekişmesi için birkaç soru örneği çözülür. Fakat çağdaş eğitimde öğrenci
öğretmenden sınıfa dişli çark getirmesini bekler. Bu tarz eğitimde öğrenme de
aynı dişli çark mantığındaki gibidir. Çark döndükçe yani öğrenci performans
gösterdikçe belli bir yol kateder. İzlemekten ziyade işin içine girip öğrenilmesi
beklenen konuya kendini verir ve eğitim kavramını da yüceltir. Ayrıca öğrenmede
kalıcılığı sağlar. Çağdaş eğitimde bilgiler kağıda yazılmaktan ziyade beyne
yazılır.
Evimizin
içinde çağdaş eğitimi desteklemeli ve eğitimin ilk basamağı olan ailede temel eğitim
döneminde çocuğumuza hayatını yapılandırıcı bilgiler vermeliyiz; çünkü bir
annenin veya babanın çocuğuna verdiği eğitim o çocuğun okulda aldığı eğitimin
de temelini oluşturmaktadır. Çağdaş eğitimi destekleyen aileler bu noktada
kendilerine düşen sorumluluğu yerine getirmedikçe okuldaki eğitimin
kalitesizliğinden yakınma hakkını kendilerinde bulamazlar. Kendisine soru soran
çocuğuna çocuklar her şeye karışmaz, sen sus bakıyım şeklinde cevap veren anne
ve baba her ne kadar biz çağdaş eğitim yanlısıyız dese de kendi davranışlarıyla
bunu göstermedikleri için inandırıcı değillerdir. Çocuğun merakını gidermek
yerine onu bastırma ve sindirme yoluna giden ebeveynler çocuktaki merak
duygusunu köreltip çağdaş eğitimin önüne taş koymaktadır. Bugün sokakta,
bahçede, parkta, evde anne babasına soru soran çocukların aldığı cevaplardan
çoğu yorgunum, seninle ilgilenemem, sonra konuşalım, televizyonda dizim var,
yarın erken uyanmam lazım oluyor. Her şeyden önce bir çocuğun birey olduğu
hissettirilmeli, onun düşüncelerine önem verildiği, söylediklerinin dikkate
alındığı gösterilmelidir. Aksi takdirde değil çağdaş eğitimden eğitimin hiçbir
şeklinden söz edilmesi mümkün değildir.
Geleneksel
eğitimin öğrenciye dayattığı ezber bilgi tek tip bireylerin yaratıcısıdır.
Öğrenciye verilen bir sayfada istenen bilgileri ezberleyen iki öğrencinin konu
hakkında bildikleri şeyin bir sayfayla sınırlanması ve öğrenilen şeylerin
temelde aynı olması onları belli bir kalıba sokar. Sadece verilenle yetinen
öğrenci modeli oluşturur ve onları robotlaştırır. Bu tarz eğitimde sistem
öğretmenin verdiğini yazılıda kullandıktan sonra unutabilirsin anlayışına
dayalıdır. Bir nevi köprüyü geçene kadar kullanılır. Köprü geçildikten sonra da
bilgiler köprünün altından akan suya bırakılmak suretiyle yitirilir. Oysa
birbirine benzeyen bireyler yetiştirmekle ileri gidemezsiniz; bir toplum ne
kadar çok farklılığı içinde barındırabiliyorsa
o kadar doğru yoldadır; çünkü yanlış giden bir şey olduğunda bunun
farkında değilseniz bunu size benzemeyen kişinin görmesi daha muhtemeldir.
Zaman içinde eğitim sisteminde
kendiliğinden gerçekleşen değişiklikleri göz ardı eden toplumlar çağa ayak
uyduramayarak gerilemeye mahkumdurlar. Biz de ülke olarak bu bilgi çağının
dışında kalamayız. Unutmayalım ki çağın gerisinde kalmış toplumlar yaşlı
insanlar gibidir. Onlar yeni nesil tarafından alaya alınırlar. Kimileri
mesajını telefona konuşarak yazarken kimisi telefon klavyesinde tuş aramaya
devam edecektir.
Yazan : Zeynep Gizem Emir
Yazan : Zeynep Gizem Emir
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)