Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

24 Mayıs 2014 Cumartesi

Bir Pazar Günü


Bir Pazar Günü

Çilek mevsimiydi...Pazar arabalarımızı süsleyen, sarışın küçük bir kızı dudaklarından çenesinin bitimine kadar kırmızıya boyayan, eve getirilip de reçel yapıldığında sarhoş edici tatlı kokusuyla mutfaktan başlayıp evin her köşesini hakimiyeti altına alan doyamadığımız o güzel meyvenin tabaklarımızdaki yerini aldığı ılık mevsim…

     Annemle  pazardan dönüyorduk. Ezilmesin diye pazar arabasının en üstüne çilekleri koyardı hep. Arkasına bakmadan çektiği pazar arabasının içindeki çilek poşedinden birer ikişer cebime koyduğum çilekleri annem bana bakmadığında ağzıma atıyordum. Gizlice yiyorum ya çileğin o kadifemsi dokusu daha bir belirginleşiyor. Neden sonra bir gürültü duyuyoruz, pazar arabamızın tekerleğinden çıkan gıcırtı kesiliyor veya gürültüye karışıyor. Bilmiyorum. Gürültüden saniyeler sonra toz bulutu içinde kalmamızla birlikte annemin elimden tutup hızlıca koşmaya başlaması bir oluyor. Ama çileklerimiz, onlar arkada kaldı diyemeden koşuyorum. Neden koşuyoruz, nereye gidiyoruz hiç bilmiyorum. Annem de bilmiyor olmalı. Böyle uzun süre koştuk. Civardaki mağazaların kepenkleri kapalıydı. Etrafta tek tük insan var, onlar da bizimle birlikte koşmuş olanlar. O sırada sığınmak için bir yer aradığımız anlıyorum. Apartmanların kapısını zorluyoruz. Nafile… Her biri 21.yüzyılın şeytanı olan insanlığın kötülüklerine, hırsızlıklara karşı korunmak için sağlam kilit sistemleriyle donatılmış. Zaten annem kapıları açmaya çalışırken bizi hırsız zannetmelerinden de korkuyorum. En sonunda sığınabileceğimiz bir bina bulup yirmi otuz kişi olarak içeri giriyoruz. Girdiğimiz apartman semtin en harabe apartmanı. O yüzden kapısında ne kilit ne de bir korunak var. Bırakın korunağı kapı kısmen kırılmış. Kırık yerden gelen ılık rüzgar bacağımı gıdıklıyor. 1 saat kadar içeride bekledik. Kimsenin ziline basıp bizi içeri alır mısınız demedik. Aslında diyemedik; çünkü bu tehlikeli olabilirdi. Annemle bir kadının konuşmasından anladığım kadarıyla insanlar bu vakitlerde başkalarını evlerine alıp düşmanca davranabilirlermiş. Tam bu sırada yaşlı bir adam öfkeyle bağırdı. Söylediklerinden hiçbir şey anlamamıştım; ama bir cümlesi çok komikti. Gülmemek için kendimi zor tuttum. Her şey güllük gülistanlıkmış da insanlar sonradan bozulmuş. Adamın bağırışları apartmanda yankılandı. Aniden bir kapının açılmasıyla hepimiz korktuk. Üst kattan biri rahatsız olmuştu sanırım. Kapı hafifçe gıcırdadı. Ayak sesleri yaklaştıkça her birimiz az önce bağıranın kim olduğunu belli etmek istermişçesine yaşlı adamın yüzüne odaklanmıştık. Ses yaklaşınca gözlerimizi yaşlı adamdan ayırdık. Gelenin kim olduğuna dair taşıdığımız merak yaşlı adamı cezalandırma duygumuzdan daha ağırdı. İlk önce ayaklarını gördük gelenin. Ayaklarında kenarları yırtılmış bir spor ayakkabısı vardı. O merdivenleri indikçe çocuk olduğunu anladık. Annem babam rahatsız oluyor demek için geldiğine emindim. Hiç seslenmeden aramızdan geçti, apartman kapısını açtı. Hepimiz şaşkındık. Bir çocuğun sokak savaş alanıyken evinden çıkmasına anlam verememiştik. Apartman kapısının dışında bir süre bekledi. Zannediyorum ki kararsızdı. Cesaretini topladı ve hızlıca yürümeye başladı. Onu gaz bulutu içinde kaybedene dek izledim. Bu sırada bizimkiler kendi aralarında konuşmaya başlamıştı. Kimisi çocuğu durdurmalıydık derken kimisi “ee bunun annesi babası yok mu ne diye çıktı böyle ortamda dışarı”,dedi. Bekledikçe bekliyorduk. Sanırım bir saat olmuştu. İçinde bulunduğum grup konuştukça geriliyordum. Birisi çıkıp bizi apartmanından kovabilirdi. Apartmandan çıkmak zorunda kalırsak tozun içinde nefes almamız imkansız olurdu ki zaten kapının kırık kısmından giren toz bile içeride nefes almamızı güçleştiriyordu. Ben bunları düşünüp şu insanlar biraz sessiz olsalar keşke diye içimden geçirirken dairelerden birinin kapısının hızla kapandığını duydum. İşte bu sefer kovulacaktık. Kesindi. Bekledik. Aşağıya aksayarak yürüyen orta yaşlı bir kadın indi. O da yüzümüze bile bakmadan kendisini birden sokağa attı. Sokak şimdi biraz daha iyiydi. Gaz bulutu dağılıyor, gürültüler kesiliyordu. Kadından yaklaşık yarım saat sonra biz de dışarı çıktık. Bir grup insan yakınlarını arayıp bulunduğumuz sokağı tarif ediyordu. Oysa bizi alacak kimse yoktu. Tam 3 yıldır annemle yaşıyorduk. Babamı 3 yıl önce bir trafik kazasında kaybetmiştik. Annem çok cesurdu yine de böyle vakitlerde babamın yokluğunu daha iyi anlıyorduk. Biraz yürüdük. Sanki iki saat boyunca yaşadıklarımız hayalmiş gibi bir izlenime kapıldım. Gaz bulutu yok olmuştu. Şimdi boğazım hafiten yanıyordu. Sonunda evimize vardık. Akşam ne olduğunu anlamış gibiydim. Hayatımda ilk defa deprem gibi bir şey yaşamıştım. Yaşadığım şeyi uzunca bir süre deprem olarak tanımladım. Oysa bu şeyin deprem olmadığını herkes biliyordu. Yıkılan bir bina olsa bu kadar üzülmeyecektim. Çilek poşedinden iki üç çilek daha alabilseydim keşke. Neyse ziyanı yok. Çok sonra anladım ki o gün imkansızlık duygusunu tadan ben ve iki saat boyunca 10metrekarelik alanı paylaştığım yirmi kişi değildi. Kaybettiklerimiz gaz bulutunun arkasındaydı ve ben o bulutun önündeki şanslıydım. Çalınan şeyin çileklerimden çok daha önemli bir şey olduğunu biliyordum. Çocuğu gördüğüm gün de çok şişman değildi. Çelimsiz, sıska bir şeydi. O günden sonra her gece onu niçin durdurmadığımı sordum kendime. Benimle yaşıtmış. Cebimdeki çileği versem durur muydu? Suçun failiydim. Keşke adını hiç duymamış çocuk gülüşlü fotoğraflardan yüzünü tanımasaydık. Günler sonra annen olduğunu televizyondan öğrendiğimiz kadının gözyaşlarına tanık olmasaydık mesela. Ne yazık ki gördük. Güle güle arkadaşım... Aslında o gün hiç birimize dokunmadan geçip gitmiştin. Apartman kapısından çıkarken biraz tereddüt etmiş olsan da hiçbirimizden yardım istemedin. Sessizce sıyrıldın aramızdan. O gün dokunmadın belki bize; ama bugün onca insanda derin yaralar açtın. Sessizce dokundun bize.
Zeynep Gizem

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder